Doksanların ortalarına kadar reklam ajansları “Tam Hizmet” başlığı altında iletişim ile ilgili her konuda fikir üretirler, üretim yaparlardı. Yabancı ajansların Türk kurumları almalarıyla birlikte getirdikleri iş yapısı, iletişim disiplinlerini böldü. Artık ajansınızdan iletişimin tüm başlıkları çerçevesinde hizmet alamamamaya başladınız. Çizgi üstü, çizgi altı, doğrudan pazarlama iletişimi, etkinlik yönetimi, halkla ilişkiler derken, müşterinin karşısında her başlık için bir ajans belirdi. Bu durum, doğal olarak iletişim hizmeti alan kurumların kafasını karıştırdı. Açıkçası ajansların da kafası karışmaya başladı. Aynı müşteri için hizmet veren ajanslar birbirinden taban tabana zıt konumlanmalar içinde iletişim fikirleri sunmaya başladılar.
İletişim bir bütündür. Herhangi bir marka için aklımızda beliren algıya hangi kaynaktan ulaştığımızı analiz etmeyiz. Sadece düşünürüz. Aklımızda beliren ne ise bizim için doğrudur. Algı, maruz kaldığımız tüm iletişim olgularından aklımızda kalan bir tortudur. Bu durumda, birbirini desteklemeyen iletişim faaliyetleri sinerjiyi ıskalamış olurlar. Hatta, birbirlerine köstek dahi olabilirler.
Bu sorunu fark eden iletişim teorisyenleri çözümü 360 derece iletişim yönetiminde buldular. Ancak, yine de bir sorun vardı. Kim ajansları hedeflenen algıda birleştirecekti? Reklam ajansları mı? PR ajansları mı? Markanın yöneticisi müşteri mi? Aynı iletişim grubu içinde yer alan çeşitli disiplinler dahi birbirlerinden habersiz hareket ettiler.
Çözüm; marka için düşünecek, yaşayacak farklı disiplinleri bünyesinde taşıyan, “bağlılık içinde” çalışacak bir ekosistem. Bu eko sistem içinde çalışacak ajanslar aslında bir departman gibi çalışacak. Müşterinin iş hedeflerini anlayacak, iletişim stratejisini oluşturacak ve hayata geçirecek bir ekosistem